Sevgiyi ararken…

Yazıma başlamadan önce uzun süredir aklımın almadığı sevgiler içinde buluyorum kendimi. Yakınımda ya da uzağımda hep aynı şeylere şahit oluyorum ve bunun üstüne bir şeyler karalamak istiyorum. Çoklu sevgi tam da bunun üstüne yazıma devam edeceğim.

Bir çocuk doğduğunda nefret nedir bilmez, o sadece sevgi bilir. Sevgi doğuştan gelir, nefreti sonradan öğrenir. Kıskançlık, sahiplenme, hasat etmeyi sonradan öğrenecektir. Büyüdüğünde toplumun bize öğrettiği şeyler; nasıl kıskanç olunur, nasıl nefret dolu nasıl şiddet dolu olunur? Toplum bize bunları öğretir. Sevgiye doğduk, biz sevgiyle devam etmeliyiz ama ne yazık ki yaşadığımız dünya, çevre sosyal medya platformları bizi biz yapmaktan çıkardı. Her şeye çabuk erişebilirliğimiz sevgi ve aşkı da sahteleştirdi. Bizi birden çok sevgiye dönüştürdü. Çoklu sevgiler oluştu, gönül çöplüğe dönüştü. Göz doymadı, vicdan yok oldu. Oyunculuklar başladı, gerçek sevgi yok oldu. Çoklu sevgililik, kafa karışıklığı, kaybetme korkusu olmadan devam ediliyor.

Peki nedir bu çoklu ‘sevgi’lilik? Çoklu sevgi bir insanı hayatına almak yerine birden fazla kişiyi hayatına almaya denir. Birden fazla kişiyi hayatına alırsın, kimsenin kimseden haberi olmadan tanımaya çalışırsın onları. X’i tanırsın ama kendini tamamen ona adayamazsın çünkü onunla geçireceğin zamanı Y kişisiyle Z kişisiyle de geçirirsin; hangisi daha iyi diye kafa yorarsın. Hangisi daha iyi anlıyor seni, hangisi daha anlayışlı, hangisi değerli hissettiriyor seni? Hayatının devamında o kutsal yolculuğunda kim sana eşlik edecek diye düşünürsün hep, en iyisini istersin. Peki kim? Hafif bir tebessüm çekerek cevabı veriyorum: hiç kimse, böyle devam ettikçe de hiçbir kimse. Ve kimse seni sen olduğun için sevmeyecek, senin onlara verdiğin değerden, sevgiden dolayı sevecek. Bunu sen de biliyorsun, çünkü kafan karıştı, duygular karıştı, isimler karıştı, simalar karıştı, kendini unuttun, kimim ben soruları sormaya başladın. En kötüsü de bu bir alışkanlığa dönüştü, devamlı çoklu sevgilerde buldun kendini. Peki ne yapmalısın? İlk önce kendi varlığının içine ışık getir. Alev senin bilincinde tutuşsun… Ve sonra bu soruyu asla sormayacaksın. O zaman doğal olarak senin varlığının kendisi ve yaptığın her şeyin çok büyük bir faydası olacak. Peki nasıl olacak?

Kendine “iyi olayım, mutlu olayım, özgür olayım, sevilen ve saygın biri mi olayım?” diye başlayabilirsin. Bu düşüncelerin olduğu sevgiler, duygular, varlığımıza nüfuz ettikten sonra bunu başkasına da iletmeyi sağlar. Uzun bir süre ara vermelisin, uzun yürüyüşler yapmalı, iyi hissettirecek müzikler dinlemeli, duygusal bir film izleyip ağlamalı, kahkahalar atacağın tiyatrolara gitmelisin. Önce kendini sev, kendine değer ver. Kendine değer vermeyi ve kendini sevmeyi öğren. Yeniden başlamak istersen, o insanın görüntüsünü aklına getir, hissettiğini ona sun. Bir süre daha bunu tekrarla. Sonra ilginin, sevginin ona kaydığını göreceksin. Kafa karışıklığı olmadan gayet sağlıklı ilerleyeceksin. Sonra en sevdiğin rengi, yemeği, okuduğu kitapları, hayattaki beklentilerini merak edeceksin, sevmeyi öğreneceksin, yeniden sevgiyle doğacaksın. Toplum sen olacaksın. Yazımı şu dizelerle bitirmek istiyorum:

Isıtır mı bir yürek bir bedeni
Uzaklarda olsa da
Dokunabilir mi
hani Sevebilir mi
kusursuzca
Ait olabilir mi tüm haliyle
Sadık kalabilir mi ya da
Gözleriyle sevebilir mi dokunmadan
Hani sarılmadan öpebilir mi
Kokusunu çekebilir mi ta en derinlerine
Sevebiliyormuş insan Uzaklarda olsa da dokunabiliyormuş
Kokusu bulaşabiliyormuş tenine
Gözler ondan başkasını görmüyormuş
Onsuz da onunla yaşanabiliyormuş
Uzaklarda çok uzaklarda olsa da
Sevgiyle sarılabiliyormuş insan
Sevebiliyormuş insan
Seni seviyorum demeden duyabiliyormuş sesini
Evet ısıtabiliyormuş bir yürek bir bedeni
Senin gibi…